07.08.2016

İçindeki Çocukla En Son Ne Zaman Dans Ettin?

Bu sabah günüme The Mirror * (Ayna) müziği eşliğinde sergilenen bir dans performansını izleyerek başladım. Ve ardından bu yazıya ilham oldu.

Performansın teması “içimdeki çocuk ile dans”.

Tesadüf diye bir şey olmadığına inanırım. Psikiyatrist Carl G. Jung’un eşzamanlılık olarak tanımladığı bir olaya gözlemciydim bu sabah. Yaşamın bugün bana sunduğu mesajı almayı seçtim.

Dansı izlemeye başladığım andan itibaren o upuuuzuuuun 3 dakikada, müziği, koreografisi ve dansçıların performansı beni alıp bir yerlere götürdü. İçimdeki çocukla dans etmeyi özlediğimi hatırlattı bana. Sanırım ihmal etmiştim onu bu ara.

Kendini hatırlatmasına duyduğum minnetle sıkıca sarıldım ona bu sabah....

Kaç yaşında olursak olalım, varlığını fark edelim ya da etmeyelim, hepimizin içinde küçük bir çocuk var. O çocuğun neşesi de, üzüntüsü de, mutluluğa da sadece bize bağlı. İdeal bir dünyada bütün çocukların mutlu olmasını düşlerim. Aslında küçük çocukları gözlemlersen, ne yaşarlarsa yaşasınlar mutlu olmanın yolunu bir şekilde bulduklarını fark edersin. Ancak bazen aldığı yaralar öyle kalıcı izler bırakır ki o çocuğun gülüşünü çalar. O yaralar temizlenmedikçe çocuk yarasını içinde taşır yaşamı boyunca. Onu fark edip, yaralarına şifa olmak da yetişkin olan halimizin sorumluluğudur. O yaralar kıymetlidir. Büyüme sancıları gibidir. Rumi der ki: “Yaranız içinize ışığın aktığı yerdir.”. Yarayı temizleyip, iyileştirdiğimizde daha da büyürüz, güçleniriz. Aynı vücuttaki bir yara gibi, duygusal yaralar da iyileşene kadar epey acılı olabilir. O acıdan geçerken o anki tek gerçekliğimiz sanki  sadece o acıdır. Eğer gerçekten istersek, içimizdeki çocuk, tüm masumiyeti, şeffaflığı ve koşulsuz sevgisiyle şifalandırır yaramızı.

Yetişkinliğimizde sevgiyi deneyimleme halimiz çocukken sevgiyi nasıl deneyimlediğimizden beslenir. Eğer sevgi dolu bir aileden geliyorsak, sevgiyi her koşulda sınırsızca birbirimize akıttıysak o zaman yetişkinliğimizde de sevgiye dair beklentimiz bu yönde olur. Ancak çocukluğumuzda sevgiyi; sözlü sözsüz her türlü şiddet ve acılar eşliğinde yaşadıysak -bildiğimizin en iyisi bu olduğundan- yetişkinliğimizde de sevgiye dair beklentimiz bu yönde olur. Kendimizi, başkalarını ve yaşamı sevmeye yönelik tüm duygularımızı, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı şekillendirir.

Amacım içinde bulunduğun duruma dair bir suçlu arayarak aileni ya da başka birilerini neden göstermek değil. Onların da bildiklerinin en iyisini yaptıklarına inanırım. Daha iyisini bilselerdi zaten yaparlardı. Yaşamında sevgiye dair beklentilerini ve bu beklentilerin ne kadarını bulabildiğini sorguluyorsan, daha derinden anlamak istiyorsan, içindeki çocuk ile bağ kurmak sana aradığın cevapları sunacaktır. Geçmişten getirdiğin pek çok inanç olabilir. Emin ol, her insanda bu inançlar var. Ancak hala işe yaramayan inançları bırakmayıp onlara tutunmaya devam ettikçe içindeki o yaralı çocuğun yarasını sana hatırlatan ve yarayı daha da derinleştiren insanlar hayatına bolca girecektir. Sen alman gereken öğretiyi alana, yarayı iyileştirene dek. Sevgiye giden yol, seni desteklemeyen inançlarını fark etmek ve değiştirmeyi istemekten geçiyor.

Psikolog ve Psikiyatrist Milton Erickson’ın ortaya koyduğu ve yaşamımda her daim rehber olan 2 prensip vardır. Her insanın tam ve bütün olduğuna; her insanın aradığı kaynakların içinde olduğuna inanırım. İçimizdeki çocuk da bizim bir parçamız. O parçayı gördükçe, kabul ettikçe, bağ kurdukça, anlamaya başladıkça bütünselliğimizi de kucaklarız. Sistemimiz bizi destekleyecek her türlü kaynağa sahiptir. Yeter ki bu kaynaklara ulaşmak isteyelim. O, zaten olmasını istediğimiz her şeyi oldurmaya hazırdır.

Bir an hayal etsen...

İçinde bulunduğun an itibariyle suçlu aramayı bırakıp, odağını seni bugünden geleceğe destekleyecek farklı bir yere kaydırdığında acaba hayatında neler değişirdi?

Sorular sor sistemine bir çocuğun merakıyla:

“Kendimi koşulsuz sevgiye nasıl açabilirim?”

“İçimdeki çocukla nasıl iletişime geçebilirim.”

Sistemin hiç bir soruya cevapsız kalamaz. Elbet aradığın cevaplar bir şekilde önüne gelir. Yeter ki sen kalbini açmaya istekli ol, yeter ki kendi sistemine güven. En azından güvenmeye niyet et.

İçimizdeki çocuğun neler hissettiğini anlamamız çok önemli. Louise L. Hay’in öğretisi de dahil pek çok öğreti içimizdeki çocukla iletişime geçmenin önemine değinir. Eğer sen de içindeki çocukla dans etmeye hazır olduğunu hissediyorsan, Louise Hay’in geliştirdiği “ayna çalışması”, bu konuda önerebileceğim pratiklerden biridir. Mirror Work (Türkçe’ye çevirilen kitabı: 21 Günde Güç İçinizde) adlı kitabı okumanı ve içindeki pratikleri uygulamanı öneririm.

Aşağıda linkini verdiğim bu dansı izlerken, içindeki çocuğun sana söylemek istediklerine farkındalıkla kulak ver lütfen. Gün ışığına çıkan parçalarına teşekkür et. Ve o çocuğu sev, sadece sev...Hayatında yaratacağın değişimlerin habercisidir o küçük çocuk.

İçindeki çocukla dansın, yaralarına ışık olsun!

https://www.youtube.com/watch?v=DctLJHiJgOI

*The Mirror – Alexandre Desplat

Hülya AYAV
03.08.2016